18 Ağustos 2011 Perşembe

Bir Deneme: "Gaib"i Kurcalaması Gerekirken "Gabi"yi Kurcalayan "Şair"in Hüzünlü Yolculuğu

Bir Deneme:
"Gaib"i Kurcalaması Gerekirken "Gabi"yi Kurcalayan "Şair"in Hüzünlü Yolculuğu
Denememiz; 3 bölüm ve 15 ara başlıktan müteşekkildir.
Deneme; bilenlere bildiklerini hatırlatırken, bilenlerin bildiği hususları bilmeyenlere bildirmek suretiyle hassas mevzulara katkı sağlamayı amaçlamaktadır.
Keyifli dakikalar...

Birinci bölüm:
-I-


Bilenler bilir;
Şair; "şair" her ne kadar öyle kabul etmese de En Büyük Türk Şairi olan Salih Mirzabeyoğlu'nun ifadesiyle, gaibi kurcalayandır.
"Gaib"i kurcalamak; her mânâda züğürt olan ve bu yüzden şairliği tırnak içine alınan eziklerin zannettiği gibi, mânâsızlıkta mânâ vehmettirme çabası değildir.
"Gaib"i kurcalamanın bizatihi kendisi bir aksiyondur.

-II-
Bilenler bilir;
Aksiyon; her mânâda züğürt olan ve bu yüzden şairliği tırnak içine alınan eziklerin zannettiği gibi, birkaç saat işkembeyi doldurmamak ve oturduğun yere çömelmek olmayıp, hayatın asli gayesidir.
Bilgi, yürek, bilek gerektirir.
Bilgi; yüreği,
Yürek; bileği besler.
Ve toplam hâlde; aksiyon gerçekleşir.

-III-
Bilenler bilir;
"Aksiyon"a içkin bir "şey" olan "bilgi"; "şair" her ne kadar öyle görmese de En Büyük Türk Şairi olan Salih Mirzabeyoğlu'nun ifadesiyle; bilinmezden devşirilendir.
Bilinenlerle bilinmeyenlere sarkılır.
Bilinmeye sarkmak; her mânâda züğürt olan ve bu yüzden şairliği tırnak içine alınan eziklerin zannettiği gibi, sahte tevazu gösterisi olmayıp, bir yürek işidir.

-IV-
Bilenler bilir;
Bilgilenme faaliyetinin muharrik unsurlarından olan "yürek"e sahip olmak; "şair" her ne kadar öyle görmese de En Büyük Türk Şairi olan Salih Mirzabeyoğlu'nun ifadesiyle; kan pompalamaktan çok öte bir fonksiyonu olan kalple mümkündür.

"Yürekli olmak" hakikate alnının çatından bakmak demektir.

Hakikate alnının çatından bakmak; her mânâda züğürt olan ve bu yüzden şairliği tırnak içine alınan eziklerin zannettiği gibi, söylenenleri söylemek değildir.
Hakikate alnının çatından bakmak; bir mânâsıyla, bildiklerini bir yere, bilmediklerini öbür yere koymak, ilmin marifete erdirmesine engel olmasına mani olmaktır.

-V-

Bilenler bilir;

"Hakikate alnının çatından bakmak" tam bir şair tavrıdır.

Tavır ise; hâldir, edâdır, duruştur, ahlâktır, usuldür, esastır.

Hâl-eda-duruş-ahlâk-usûl-esas; "şair" her ne kadar öyle görmese de En Büyük Türk Şairi olan Salih Mirzabeyoğlu'nun lûgatında aynı mânâ hizasında yer alırlar.

Aynı hizada yer alan bu mânâlar; her mânâda züğürt olan ve bu yüzden şairliği tırnak içine alınan eziklerin zannettiği gibi; "öylesine bir laf" değildir.


İkinci Bölüm:

-VI-

Bilenler bilir;
"Öylesine bir laf" edenlerin bir türlü idrak edemeyecekleri bir makamda duran Necip Fazıl; bahsedilen şair tavrının en mücessem ifadesidir.

Necip Fazıl, "şair" her ne kadar öyle görmese de En Büyük Türk Şairi olan Salih Mirzabeyoğlu'nun ifadesiyle, "(...) insanoğlunun oluş ızdırabını hakikatin hakikatine nispetle heykelleştiren adamdır."

"Oluş ızdırabını hakikatin hakikatine nispetle heykelleştirmek" hükmü; her mânâda züğürt olan ve bu yüzden şairliği tırnak içine alınan eziklerin zannettiği gibi, "öylesine bir laf", "şiirsel" bir ifade, bir seranat değildir.

"Hakikat olsan da çekil" diyecek kadar bilgiye, yüreğe ve de bileğe sahip olmayı gerektirir.

-VII-

Bilenler bilir;
"Hakikat olsan da çekil" şeklindeki şair tavrı; "gaib"i kurcalamanın hem sebebi ve hem de neticesidir.

Bu "sebep" ve "netice" arasında geçen "şey"; neyse odur.

"Neyse o olan" bu "şey"i; izah etmek, mânâlandırmak, birlemek, bütünlemektir varoluş.

-VIII-

Bilenler bilir;
"Varoluş"; "şair" her ne kadar öyle görmese de En Büyük Türk Şairi olan Salih Mirzabeyoğlu'nun ifadesiyle; "oluşta kendini idrak etmektir."

"Oluşta kendini idrak etmek"; her mânâda züğürt olan ve bu yüzden şairliği tırnak içine alınan eziklerin zannettiği gibi, "öylesine bir laf" değildir.

"Oluşta kendini idrak etmek"; bir mânâsıyla şuurluluktur.

-IX-

Bilenler bilir;

İnsan; "şuur"da görülür.

"Şuur" da iradede.

Süreç anlaşıldı galiba:
Bilgilenme,
hâdiseleri/vakıaları bilgi sayesinde benliğine tevcih etmek suretiyle hürriyete erme,
hürriyete erdikçe hakikate erme,
hakikate erdikçe bunun kesiksizliğini idrak etme,
kesiksiz oluşta varolma,
varoldukça da;
var etme,

eşya ve hâdiseyi teshir etme,
ahlâkî mükellefiyeti yerine getirme.
Toplamı; aksiyon.

-X-

Bilenler bilir;
Ahlâk, "şair" her ne kadar öyle görmese de En Büyük Türk Şairi olan Salih Mirzabeyoğlu'nun ifadesiyle, hâdiseler karşısında takınılan "nasıl" tavrıdır.

"Nasıl" davası, her mânâda züğürt olan ve bu yüzden şairliği tırnak içine alınan eziklerin zannettiği gibi, "öylesine bir laf" değildir.

Son derece hayatî olup, "niçin" sualini beraberinde getirir.
"Nasıl- niçin" münasebeti, "usul- esas" münasebeti mesabesindedir.


Üçüncü bölüm:

-XI-

Bilenler bilir;

"Usul-esas"a/ "nasıl- niçin"e; izah getirmek fikir haysiyetinin gereğidir.

Fikir haysiyeti; "şair" her ne kadar öyle görmese de En Büyük Türk Şairi olan Salih Mirzabeyoğlu'nun ifadesiyle; nisbetini kurmak, bunu muhafaza etmek ve ona nispetle konuşmaktır.

"Nispet davası"; her mânâda züğürt olan ve bu yüzden şairliği tırnak içine alınan eziklerin zannettiğinin aksine; son derece hayatidir.

Bu hayati davayı yerine getirdiği içindir ki Salih Mirzabeyoğlu; Necip Fazıl'ın ifadesiyle; "fikir haysiyetinin müstesna gencidir."

"Fikir haysiyetinin müstesna genci" ifadesi; "öylesine bir laf" değildir.

-XII-

Bilenler bilir;
"Şair" her ne kadar öyle görmese de En Büyük Türk Şairi olan Salih Mirzabeyoğlu; Necip Fazıl ve Abdulhakîm Arvasî Hazretleri'ne nisbetle "varolmuş" bir fikir adamıdır.

"Usul- esas"/ "nasıl-niçin" davasını heykelleştiren bu iki fikir adamının biri; işin "nasıl"ını, diğeri de "niçin"ini temellendirmiş olup, bir ayniyetin iki kutbudur.

Her mânâda züğürt olan ve bu yüzden şairliği tırnak için eziklerin kıt akıllarıyla dalga geçtiği usul-esas davasının hayatiliği galiba anlaşıldı;

İnsan varolmak zorundadır.

Varolmak ahlâkî zorunluluktur.

Ahlâk nasıl tavrı olup, münfail sıfattadır.

Bağlı akıl arar, sorar, cevap verir ve bu süreçte inkişaf gerçekleşir.

Akla mânâ ve değer veren fikirdir.

Fikir nispettir.

Nispet, herşeyle herşeyin alâkalı olduğu bir kâinatta, herşeydir.

15 İslâm Asrı'nda "varoluş" ancak ve ancak Büyük Doğu-İBDA ile ve O'na nisbetle mümkündür.

Ki, İNSAN'ın ebcedi ile Büyük Doğu-İBDA'nın ebcedi aynıdır.

Usulle-esasla dalga geçenlerin hususen okuması gereken "İNSAN" isimli kitaplardan birinin alt başlığı "Büyük Doğu-İBDA"dır.

Hâl böyle olunca; İBDA'sız Büyük Doğu'dan bahsetmek veya "İBDA" dememek için türlü "nick"lerle kırk takla atmak;

ya "oluş"tan kaçmaktır,

ya "GABİ"liktir,

yahut da "elemanlar"ca edilebilecek olan "öylesine bir laf"tır.

-XIII-

Bilenler bilir;
"Şair" her ne kadar öyle görmese de En Büyük Türk Şairi olan Salih Mirzabeyoğlu; nesneleştirilebilecek en son insandır.

Her mânâda züğürt olan ve bu yüzden şairliği tırnak içine alınan eziklerin bir dönem seranat yapmak suretiyle nesneleştirmeye çalıştıkları Salih Mirzabeyoğlu'nun en temel vasıflarından biri;

Sevgi ve koruma gösterileri adı altında, türlü türlü adi nefs hileleriyle Necip Fazıl'ı idealize etmek adına onu nesneleştirmeye, metalaştırmaya böylece de o metanın sahibi olmaya kalkan zavallıları enselemesidir.

Salih Mirzabeyoğlu'nun en temel vasıflarından olan bu hususu görmeyecek kadar kıt olan aklına bakmaksızın, kâh derviş, kâh eylemci, kâh yazar, kâh şair, kâh şu, kâh bu... sahte kılıklarıyla O'nu nesneleştirme çabasında ısrar edilmesi oluştan kaçma emaresi olup, bunun adı tek kelimeyle GABİ'liktir.

-XIV-

Bilenler bilir;
Şiir, "şair" her ne kadar öyle görmese de En Büyük Türk Şairi olan Salih Mirzabeyoğlu'na göre bir yönüyle dünyanın en beleş işidir.

"Nasıl/ niçin", "usul/esas" meselesinin hayatîliğini anlamayıp bir de dalga geçtiği için adam tabiri tırnak içine alınan "adam"; bu ikazı görmüyor ve H. Üzmez, G. Fuller ve F. Gülen troykasına takla atmanın neticesinde çıkan şiir kitabından dolayı kendini ciddi ciddi şair zannediyor.

Her mânâda züğürt olan ve bu yüzden şairliği tırnak içine alınan eziklerin, "gaib"i kurculama türünden ulvî soydan hasletlere ermesini geçtik, en temel/ en hayatî "usul-esas" davasını bile anlamadıkları kelime klişesi hâlinde de görülmüş oldu.

Bu cehalet kelime klişesine dökülmeseydi anlaşılmayacak mıydı?

Anlaşılmaz olur mu?

"Adam"ın hayatı ortada...

"GAİB"i kurcalamak üzere çıkılan yol, görüldüğü yerde ezilmesi gereken bir kubur faresi olan

"GABİ"yi/ B.Ku kurcalama türünden faaliyetlerle tamamlanmış, kemâl gerçekleşmiş ve sifon çekilmiştir.

Cümleten geçmiş olsun.

-XV-

Bilenler bilir;
Herşeyin herşeyle alâkası vardır.

Bu çerçevede değerlendirilmesi gereken bir haber:

"İsviçre'li doktorlardan bir ikaz daha...
Özellikle mültecilerde görülen muz ve şarabı aynı ânda tüketme türünden görgüsüzlüğün neticesinde beliren hastalık şikayetlerinin son birkaç günde azaldığını belirten doktorlar, bu durumu Müslümanlarca mübarek kabul edilen ve günün bir bölümünde yeme-içme faaliyetine son verilen Ramazan ayına bağladı.

Doktorlar; "mültecilerin de içinde olduğu Müslüman toplumlarca kutsal kabul edilen Ramazan ayından dolayı muz ve şarabın aynı anda tüketiminde azalma olmuştur. Bu durumun bütün aylarda devam etmesi temenni ve ikazımızdır" dedi."

İmza: "Seçilmiş Carduelis" Avcısı.

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder