19 Ağustos 2011 Cuma

Deneme "Öylesine" Bir Hikâye; "Kaptanlık"tan "Bekçi"liğe Uzanan Bir Serüven

Denememiz bir ana başlık, beş ara başlıktan oluşmaktadır.
Deneme; bilenlere bildiklerini hatırlatırken, bilenlerin bildiği hususları bilmeyenlere bildirmek suretiyle hassas mevzulara katkı sağlamayı amaçlamaktadır.
Keyifli dakikalar....

Birinci Bölüm:

-I-
Bilenler bilir;
İstanbul'un en güzel yerlerinden biri de Üsküdar'dır.
Bir gönüldaşla iftardan sonra Üsküdar'da gezmeye çıkmış, hanımlara hediye edilmek üzere yanında emlakçı olan bir dükkandan birkaç incik-boncuğa ve tabloya bakmış, daha sonra da boğaza nazır bir cafede kahvelerimizi yudumlamaya başlamıştık.

Muhabbet ederken laf lafı açtı ve laf;
"İBDAsız Büyük Doğu'culuk"tan bahseden böceklerin hususen okuması gereken ve alt başlığı "Kadın ve Erkek" olan İNSAN'da birkaç yerde atıf yapılan ve Logoterapi'nin kurucusuna ait olan şu harikulâde şu söze geldi:

"Hayattan ne beklediğimizin gerçekten önemli olmadığını, asıl önemli olan şeyin hayatın bizden ne beklediğini öğrenmemiz ve dahası umutsuz insanlara öğretmemiz gerekiyordu. (...)kendimizi hayat tarafından her gün, her saat sorgulanan birileri olarak düşünmemiz gerekirdi."

"Hayat tarafından her gün, her saat sorgulanan biri"leri olarak Logoterapi'nin Nazi kamplarında şekillendiği şerhini düşmeyi de ihmal etmedik tabi ki.

Sohbet tedaîlerle ilerliyordu.

Büyük usta Stefan Zweig ve onun harikulâde olan şu tespiti gönüldaşın hatırına geldi.
Büyük usta,
"Nerede büyük bir itiraf varsa orada saklanan çok ciddi birşey vardır” diyor ve bu hususta Roussea'yu, onun Emil ve İtirafları'nı örnek veriyormuş.

İtiraflar'dan, Emile'den bahsederken gönüldaş, yolda geçen bir Bekçi gördü.
Görülan "Bekçi"; "Mahallenin ağabeyi" konumunda olan cinsten değildi.
Gönüldaşın gördüğü ve gösterdiği Bekçinin, hani şu "Murtaza"da tecessüm eden ezik, geveze, korkak, küstah, gereksiz, bir seciyenin sahibi olsa da çirkef olan, gereksiz cinsindendi.
Bekçi'nin yanında da orta boylu, göbeği yerinde, alnı açık, her daim sırıtan ve ettiği lâflardan doktor imajını veren çakma derviş kılıklı bir tip vardı.

-II-
Bilenler bilir;
Muhabbet tedailer ve bedahetlerle yürür.
Gönüldaşa S. Zweig'ın harikülade tespitini hatırlatınca bana bir anektod anlattı.
İnternet âlemindeki sayısız olan forumlardan bir forumda, bir isim gerçek ismiyle görünmüş, bu husus, ısrarla ve adeta göze sokarcasına o isim tarafından dillendirilmiş, o isim sebepsiz bir gerginliğe sebebiyet vermiş, forumun yöneticilerine gider yapmış, ardından da ayrıldığını ilân etmiş.
Ondan sonra da "hiç uğramamış."

Hemen hemen aynı dönemlerde bir tip forumda parlayıvermiş.

Parlaklığı sebepsiz değilmiş.

Dili bir defa, pek zehirliymiş.

Zehirli olan dili aynı zamanda pek kıvrakmış.

Elemanın civa gibi ele gelmeyen bir tarafı varmış.

Müthiş de fitneymiş.

Ortalığı karıştırmakta, insanları itibarsızlaştırmakta pek bir mahirmiş.

(...) türünden işlerle meşgul olacak ki, sabah-akşam internet başındaymış.

Her devrim sürecinde görülebilecek olan ve kısaca "Devrimin ..gilleri" olarak özetlenen familyaya akıl hocalığı yapıyormuş.

Hedef saptırmada, topu taca atmada pek maharetliymiş.

En azından kendine bu konuda pek güveniyormuş.

Gönüldaş kendisini sadece kırmamak için dinlediğimi farketmiş olacak ki, alâkamı çekecek bir lâf etti:

"İBDA'sız Büyük Doğucu"luktan bahsediyormuş.

Alâkamı çekmeyi başaran gönüldaşa sordum:

Başka ne marifetleri varmış?
"Öyle işte", dedi gönüldaş, "Büyük Doğucu imiş, ama İBDAcı değilmiş."

Hiç kimse de kalkıp, "ulen (...) o zaman defol git" demiyormuş.

Çünkü çok iğrenç bir tipmiş.
Sahici İBDAcılar onun kim olduğunu kesinliğe yakın bir şekilde tahmin ediyor bu yüzden de iğrençlikleriyle maruf bu tipi muhatap almak istemiyormuş.

Zira geçmişte fazlasıyla muhatap almışlar ve her muhatap alışlarında ellerini yıkamak zorunda hissetmişler.
O kadar pislik bir tipmiş.

-III-
Bilenler bilir;
Hayat; İBDA'dır.
Ve önemli olan; İBDA'dan ne beklediğimiz değil, İBDA'nın ve onun Kumandanı'nın bizden ne beklediğidir.
Gerçek bir İbdacı her ân, her saat, her gün İBDA'nın ve Kumandanı'nın karşısında sorgulanan, sınanan biridir.

Yapılan bir-iki iş, İBDA'ya nispetle büyük bir mânâ kazanabilir.

Yapılan bir-iki işin neye nisbetle mânâ kazandığını bilmezsen büyük komutanlık hayalleri kurman tabiidir.

Komutanlık hayalleri kurmak kötü değildir.

Zaten hayal ile siyaset aynı kök alâkası içindedir.

Kötü olan, hayalini kurduğun şeyin adamı olup-olmadığını sorgulamamandır.
"Adam", dergi çıkartır.

Çıkardığı dergide "(....)"nden, bunun öneminden bahseder.

Oysa ki, bırakın (.... ve.......) yönetmeyi;

"Adam"ın hayatta doğru-düzgün tek bir arkadaşı dahi yoktur.

"Üç (...)"dan biridir ama, diğer "iki (....)"dan biriyle bile kavgalıdır.

Beşeri münasebetlerdeki başarısı sıfırdır.

Muaşeretten zerre nasibini almamıştır.

Anca ağzı çalışır.


Kâh komutan olur, kâh fikirci, kâh stratejist...

En komiği de dervişlik çabalarıdır.

Ama bu çaba bile sahtekarcadır.

"Adam", "bir baltaya sap olamadık, bari derviş olalım" diyememektedir.

Bunun yerine geçmişte olmaya çalıştığı ve olamadığı ne varsa hepsini kötüler ve dervişliği idealize eder.

Gayesi dervişlik falan da değildir aslında.

Bu "eleman" derviş olacak, Salih Mirzabeyoğlu'nu da "şeyh" ilân edecek...

Ondan sonra boynu bükük oturmak suretiyle,

Hiçbir sınamaya, hiçbir denemeye, hiçbir zorluğa, hiçbir oluş çilesine tâbi tutulmaksızın aslanlar gibi -nasıl olacaksa?- İBDAcı olacaktır.

Tek gayesi budur.

Gerçekten derviş olmak istese;

"Derviş; fitne olmaz.

Derviş; üçkağıtçı olmaz.

Derviş; fesat olmaz"

gibi dervişliğe dair asgari şart ve doğruları bilir, ona göre tavır alır.

Bütün bu hususlar, son derece artniyetli bir şekilde ve ısrarla şeyh muamelesine tâbi tutmak istediği Salih Mirzabeyoğlu tarafından (....) anlatılsa da bu sözler "derviş"in bir kulağından girer, öteki kulağından çıkar.

İkazlar karşısında edepli edepli oturmak yerine "müthiş kıyaslamalar"(!) yapmak suretiyle, kendisine âdeta sahabe misyonu bile biçer.

Bunu da ilk fırsatta da (ve meselâ....) kusar.

"Sahabe sahabe'dir. Ve tabiîn, ne olursa olsun, Sahabe olamayacaktır."

Yani?

"Ben Kumandan'la aynı cezaevinde yattım. Siz yatmadınız. Siz, Kumandan'la aynı cezaevinde yatanla yatıyorsunuz. Kıymetinizi bilin."

Kaç türlü cinayeti işleyen bu "derviş", fitne-fesat faaliyetlerini aralıksız devam ettirirken, bir elinde tespih, öteki elinde kahve kupası, tv. karşısında ve bacak bacak üstüne atmış bir vaziyette, yani "tam da dervişe yakışan bir edep"le tespihatlarını da hiç aksatmaz.

Şu olur, bu olur...

Bu "derviş", cezaevinden çıkar.

Hayat zordur, geçim ağırdır,

Bu geçim şartlarında her türlü zorluğa göğüs geren ve her biri birbirinden kahraman olan hanım gönüldaşlar hem kendilerine ve hem de içeride olan eşlerine bakmak için çeşitli çareler arar.
Bu çarelerden biri de, artık herkesçe bilinen bir sistemle belli-bazı marka ürünlerin satışını yapmaktır.

Mevzu nasıl olursa Kumandan'ın kulağına gider ve kesin emir gelir:
"Kesinlikle bu işi yapmayın. Yapanlar bıraksın."
Emir duyrulur.

Herkes emre tâbi olur.

Bir kişi hariç. Bizim derviş...
(...)

"Derviş", şeyhine işine geldiği hususta tabi olurken, işine gelmeyen hususları kulak arkası eder.

(....)
Konuşulacak o kadar mevzu varken, o, sebebini bilemediğimiz bir strateji gereği olsa gerek,
ebrudan-hattan vs.den bahseder.

Kayda değer tek bir iş yapmamış, tek bir yazı yazmamış, tek bir aksiyon göstermemişken bu "derviş"i çeşitli isimlerle belli-bazı internet sitelerinde görürüz.

"İlgililerin dikkatine" şeklinde yazılar yazarlar.

"İlgililer" dediği TC'nin polisi, savcısı, hakimidir.

"Dikkat edin" diyerek ihbar ettiği de, gönüldaşı olan kişi(ler)dir.

İhbar ettiği yerler, internet siteleri de çok ilginçtir.

İhbar sebebi; çekememezlik, hasetlik, fesatlıktan başka birşey değildir.
Yıllar boyu aşağıladığı, dalga geçtiği, küçümsediği, kendince adam yerine bile koymadığı (....) internet sitesinde bütün marifetlerini sergiler.

Nasıl olsa onun haberi olmaz deyip, tam gaz elemanlık/ fesatlık faaliyetlerine devam eder.
Derdi hakikat falan değildir, maksat pislik olsun.

-IV-
Bilenler bilir;
İBDA'dan birşey bekleyenler, bekledikleri gerçekleşmeyince O'nun büyüklüğü karşısında ezilirler.

Bu eziklik kişiyi büyük bir projenin unsuru, "eleman"ı hâline bile getirebilir.

O'na karşı (....) taslandı; becerelimedi...

O'na karşı fikir adamlığı taslandı; becerilemedi...

O'na karşı (.....) taslandı; becerilemedi...

O'na karşı dervişlik taslandı; becerilemedi...

Bütün bu beceriksizliklerin sebebi şüphesiz "O" değildir,

İddialarını yerine getirmek için hiçbir şey yapmayan ezik kişidir.
Ezik, ezilir, ezilir, ezilir ve işi;

"Salih Mirzabeyoğlu, iyi bir Büyük Doğu şarihi"dir noktasına kadar bile getirebilir.

İşi buraya kadar getiren kişi hakkında kat'i hüküm şudur:

Bu eleman bir projenin parçası, bir unsurudur.

O projenin adı bellidir:
"Ilımlı İslâm"
"Ilımlı İslâm"ın aktörleri bugün için, hem Büyük Doğu'nun ve hem de İBDA'nın hainleridir.
"Peki bu proje ilanihaye devam etmez ve yarın-birgün çökerse devreye kimler sokulacak" sualini herkes gibi, elin gevuru da sormuş, "B plânı"nı yapmıştır.

İBDA'yı, onun Mimarı ve Kumandanı'nı "gören", "tanıyan" ve ama bu görme ve tanımayı bir varoluş haline getir(e)meyen,
Sürekli Büyük Doğu'dan bahseden,

Devrimci kadroyu itibarsızlaştırmak için elinden geleni yapan,

Salih Mirzabeyoğlu'nu kadrosuna karşı bile korur pozlarına bürünen,

Zehrini ince ince ve satır aralarında veren,
İşi "İBDA'sız Büyük Doğucu olur"da bitiren,

Her devrim sürecinde görülebilecek olan ve kısaca "Devrimin ... leri" familyası olarak anılanlarla el ele- yanak yanağa faaliyet yürüten,
Yürüttükleri faaliyet şimdilik gevezelikten ibaret olsa da kaydı tutulan,

İsmiyle-cismiyle- etiyle-kemiğiyle asla ve asla görünemeyen,

Hayatında tek bir bedel dahi ödemeyen ezik tipleri sahneye sürmek.
Bu tipleri, bahsedilen projenin bir parçası olan bir "büyük Türk Mütefekkir"i(!) gayet veciz bir şekilde ifade etmişti: "İbdalı".

Tabire dikkat, "kasımpaşalı" filan der gibi, "İbdalı"...

Gevurun "B Plânı"na ve bu plânın aktörlerine bakarak, ne kadar çaresiz, ne kadar bitmiş, ne kadar tükenmiş olduklarını görüp, devrimin esasında bir yumrukluk mesafede olduğunu görebiliriz.

-V-
Bilenler bilir;
İBDA'da bilmek sorumluluktur.
Gönüldaşım bütün bunları anlattıktan sonra;

"Bunları sen bildirdin, ben bildim ve artık sorumlu oldum, gereğini yapmam lâzım, ancak daha açık konuş" dedim.

Konuşmaktan içemediği ve soğuttuğu kahvesinden bir yudum çekti ve kendince malûm, benim içinse meçhûl olan bir cümleyi telaffuz etti:

"Burada hemen karşımızda. Ağzını koklayabilirsin. Muz ve şarap kokusundan tanırsın onu."

(...) logoterapi, S. Zweig, Bekçi, "Devrimin .. gilleri" olarak özetlenebilecek olan familya, "İBDAsız Büyük Doğu'dan bahseden İbdalılar",
Gönülaşım hiçbir mürai tavra bürünmeden ısrarımdan sıkıldığını açıkça belli etti ve konuyu kapattı:
"Bekçi; ...mi"...
Gönüldaşımın malûmu, benim meçhulüm olan hâlâ kulaklarımda:
"Bekçi; ...mi"...
"Bekçi; ...mi"...
"Bekçi; ...mi"...

İmza: "Seçilmiş Carduelis Avcısı"

Hiç yorum yok:

Yorum Gönder